ZELİHA İLE ÇOBAN

Bir Efsane
SIRAKAYALAR EFSANESİ
 
ZELİHA  İLE ÇOBAN
 
Bir zamanlar, Bulkaz Dağının yaylalarını yurt tutmuÅŸ bir Yörük Beyi vardı. Yörük beyinin çok sayıda koyun, keçi ve sığır sürüleri ile yine çok sayıda atları, eÅŸekleri ve develeri varmış.  Koyun ve keçi sürüleri o kadar çok imiÅŸ ki Bulkaz Dağının yaylalarına sığmazmış. Bu Yörük beyi, zengin olduÄŸu kadar da gururlu, dediÄŸim dedik cinsinden bir kiÅŸiymiÅŸ. Kimse onun lâfının üstüne lâf edemez, herkes ondan çekinirmiÅŸ, korkarmış.

Yörük Beyinin çok güzel bir kızı varmış; Zeliha… Zeliha hakkında konuÅŸulurken, “güzeller güzeli” diye söz edilirmiÅŸ. Ünü; Bulkaz Dağının çevresindeki bütün köylere ve obalara ulaÅŸmış.

Zeliha; kara, uzun saçlarını örük ederek omzundan aÅŸağıya salarmış. Uzun boyu, ince beli, güler yüzü, tatlı dili, temizliÄŸi onun özellikleriymiÅŸ. Kara kaÅŸlarının altından kara gözleriyle baktığında, gençlerin yürekleri “cızzz” edermiÅŸ.

Zeliha, her Yörük kızı gibi pek becerikli ve çok da çalışkanmış. Hayvanların bakımını yapmada çobanlara yardımcı olurmuÅŸ. Ev iÅŸlerinde de annesinin yardımcısıymış. Pınardan su getirir, hamur yoÄŸurur, ekmek yapar, yemek piÅŸirir, sofra kurar, sofra kaldırırmış. Süt saÄŸar, yoÄŸurt mayalarmış. Konuklar geldiÄŸinde onlara yemek, ayran ikram edermiÅŸ. Kısacası, Zeliha’nın iÅŸi pek çokmuÅŸ. Gün boyu, anası ile birlikte, o iÅŸten o iÅŸe koÅŸuÅŸtururmuÅŸ.

Güzel kızın talibi de çok olur tabii… Son aylarda bey çadırına pek sık konuk gelir olmuÅŸ.  Bunlar Yörük beyine dünür olmak isteyen kiÅŸilermiÅŸ. GüzelliÄŸi çevrede ün yapmış olan Zeliha ile evlenmek isteyen pek çok genç varmış. O gençler, analarının karşısına geçerek, boyunlarını da bükerek ÅŸunları söylerlermiÅŸ:

-Güzel anam, anacığım!
Zeliha’ya sevdalandım.
Hayalimde hep o kız var;
İsteyemem baÅŸka bir yâr.
Varın, Beyin obasına,                  
Selâm edin babasına!
Allah emriyle isteyin;
Åžu gönlümü ÅŸen eyleyin…

Gençler böyle söyleyerek ana ve babalarını Yörük beyinin obasına gönderirlermiÅŸ.

Bey, uzaktan yakından gelen tüm konukları “Tanrı misafiri” diyerek karşılar, buyur edermiÅŸ. Önlerine sofralar kurar, ikramlarda bulunurmuÅŸ. Söz döner dolaşır, sonunda Zeliha’nın istenmesine gelirmiÅŸ.

Zeliha, konuklara yemek ve ayran ikram ettikten sonra kara çadırın dışına çıkarak konuÅŸmaları dinlermiÅŸ.

-Allah’ın emri, Peygamber Efendimizin kavli ile kızınızı oÄŸlumuza istiyoruz… dermiÅŸ gençlerin babaları.

Zeliha her seferinde “Beni verecekler!” diye korkar, heyecanlanır, sıkıntısından buram buram terlermiÅŸ. SevmediÄŸi biri ile evlenmek istemediÄŸi için “Babam beni vermese bari!” der, dua edermiÅŸ. Çünkü “Verdim!” dese babasının karşısına çıkarak; “Hayır! İlk defa gördüÄŸüm ve ne olduÄŸunu bilmediÄŸim bir kiÅŸiyle evlenmek istemiyorum!” diyemezmiÅŸ. Babasından hem korkar hem de utanırmış… Kızcağız, her defasında babasının ne diyeceÄŸini merak edermiÅŸ. Kalp çarpıntıları içinde, babasının konuÅŸmasını beklermiÅŸ.

Dünür olmak için gelen her konuÄŸa babası;

-Åžimdilik kızımı evlendirmeyi düÅŸünmüyorum, diye cevap verirmiÅŸ.

Kız bu sözü duyunca rahatlar, derin bir “Oh! çekermiÅŸ. “Oh! Babam beni yine vermedi!” diye sevinirmiÅŸ. Orada, içinden, babasına teÅŸekkürler edermiÅŸ. Çünkü sevmediÄŸi biri ile evlenmek istemiyormuÅŸ. Çünkü o güne kadar Zeliha’nın karşısına, gönlünün sevebileceÄŸi bir genç de çıkmamış.

Bey, dünür olmak için gelenleri azarlar, onları bir dövmediÄŸi kalırmış.

-Sen haddini bilmez misin? Hangi cesaretle kız istiyorsun? Bir kendine bak, bir de bana! Sen kendini bana denk mi görüyorsun? dermiÅŸ.

Zeliha’yı istemeye gelenler, baÅŸları önde, gönülleri kırık çadırdan ayrılırlarmış. Yörük beyi, gelenleri kendisine dünür olacak seviyede görmezmiÅŸ. Kızını ya kendisinden varlıklı ya da kendine denk bir ailenin oÄŸluyla evlendirmeyi düÅŸünüyormuÅŸ.

Anası ise Zeliha’nın bir an önce gelin olup yuvasını kurmasını istiyormuÅŸ. Dünür olmak için gelenlerin hepsinin geriye çevrilmesine gönlü razı olmaz; kızın, uygun görülen birine verilmesini istermiÅŸ. Bazı günler, kocasına yalvarırmış:

-Bey! Kızımız evlenecek yaÅŸa geldi. İsteyeni de pek çok. Bu hep böyle gitmez! OÄŸlan babaları, “Babası kızını evlendirmeye niyetli deÄŸil!” diye düÅŸünmeye baÅŸlarlar. Çadırımızın kapısını aralamaz olurlar. Gel etme eyleme! Bu fırsatı kaçırmayalım. Zeliha’yı uygun gördüÄŸün, beÄŸendiÄŸin birine verelim artık! Kızımızın evlenme çağı geçmesin; kartlaşıp da kapıda kalmasın. O muradına ersin, biz de sağılığımızda onun evlendiÄŸini görelim, diyormuÅŸ.

Kocası, hanımı gibi düÅŸünmüyor, ÅŸöyle cevap veriyormuÅŸ:

-Ben ki bir Yörük beyiyim!
Katar katar develerim,
Ağıllarda koyunlarım,
Sürülerle keçilerim;
Yaylaklarım, kışlaklarım,
Ünüm, ÅŸanım, itibarım,
Dillerde adım var benim.
Ben bir Yörük beyiyim!
Ben karşımda her zaman
Dengimi görmeliyim.
Dünür olacak kiÅŸi,
Ya dengim olmalıdır
Ya da çok zengin biri…
Öyle biri isterse,
“Evet!” derim, veririm;
Kızı evlendiririm…
Kadın, karışma bana!
Ben iÅŸimi bilirim!

Yörük beyinin çadırına, dünür olmak isteyenlerden biri gelip diÄŸeri giderken… Günler gelip geçerken... Bir gün anası, Zeliha’yı kenara çekmiÅŸ.

-Kızım, demiÅŸ, güzel kızım!
Kara gözlü nazlı kuzum!
Obamızdan, yad ellerden
Nice gençler seni ister…
Benimle konuÅŸmuyorsun,
“Anacığım!” demiyorsun!
Hâlini anlatmıyorsun!
Sırlarını açmıyorsun…
Beğendiğin biri var mı?
Varsa n’olur söyle bana;
Ben de diyeyim babana…
Seni o gence verelim,
Mürüvvetini görelim…

Zeliha utanmış, yanakları al al olmuş.

-Yok ana, demiÅŸ, yok! Gönlümde biri yok.

-Bugüne kadar seni isteyen gençlerden birini olsun beÄŸenmedin mi? diye sormuÅŸ anası.

-Beğenmedim, demiş kız.

-EÄŸer bir gün, birini seversen, ne olur söyle bana!

-Söylerim…

Gerçekten de Zeliha’nın gönlünde kimse yokmuÅŸ. Kendisini istemeye gelen gençlerin hiçbirine gönlü ısınmamış. “Belki içlerinden birini sevebilirim!” diye düÅŸünerek kendisini görmeye, istemeye gelenleri tek tek hatırına getirerek düÅŸünmüÅŸ; hiçbirine gönlünün ısınmadığını hissetmiÅŸ.

Günlerden bir gün… Zeliha derin uykuda iken… Bir rüya görmeye baÅŸlamış. Rüyasında, uzaklardan bir kaval sesi geliyor, kız da onu dinliyormuÅŸ. Kavalın naÄŸmeleri, çok yanık, çok etkiliymiÅŸ. Bu, o güne kadar hiç duyup dinlemediÄŸi bir kaval sesi imiÅŸ… Rüyasında, kızın gönlüne ılık ılık bir ÅŸeyler akmaya baÅŸlamış… Birbiri ardınca kavala üflenen türküleri dinlemiÅŸ, dinlemiÅŸ…

Rüyası bitmiÅŸ Zeliha da uyanmış. Uyandığında kalbi hâlâ pır pır ederek çarpmaktaymış. Rüyasının etkisiyle hayal kurmaya baÅŸlamış:

-Bu kavalı üfleyen,
Sihirli müziÄŸiyle
Gönlümü hoÅŸ eyleyen
Yakışıklı bir yiğit
Olmalı… Biliyorum…
Kaval üfleyen gencin;
Kara gözleri vardır,
Kara kaşları vardır,
Çam gibi uzundur o;
Güçlü kolları vardır…
Bir civandır, yiğittir;
Tam gönlüme göredir…

Kavalın naÄŸmeleri o kadar etkilemiÅŸ ki kızcağız, görmediÄŸi çobanı hayalinde yakışıklı bir yiÄŸit olarak ÅŸekillendirmiÅŸ. Hayalinde ÅŸekillendirdiÄŸi o yakışıklı delikanlıya da âşık olmuÅŸ… Zeliha o günden sonra ne rüyasını unutabilmiÅŸ ne de hayal ettiÄŸi o delikanlıyı… Hiç görmediÄŸi o kiÅŸiye her geçen gün biraz daha sevdalanmış.

Günlerden bir gün… Zeliha o iÅŸten o iÅŸe koÅŸuÅŸtururken pek yorulmuÅŸ. Biraz olsun dinlenmek için bir çamın gölgesine oturarak çevreyi seyretmeye baÅŸlamış. O sırada uzaklardan bir kaval sesi ta Zeliha’nın kulağına kadar gelmiÅŸ. O kadar yanık, o kadar güzel, o kadar etkileyici imiÅŸ… Zeliha, duyunca ÅŸaşırmış.

-Aylar önce rüyamda dinlediÄŸim kaval sesi bu! demiÅŸ. Hayret, bu kadar benzeyiÅŸ olamaz!

SevinmiÅŸ…

-Ses rüyamdaki ses… Bu kavalı üfleyen de hayal ettiÄŸim kiÅŸi olabilir mi? diye merak etmiÅŸ.

Kavalı üfleyen kiÅŸiyi görmeyi arzulamış. Hemen kalkmış, sesin geldiÄŸi yöne doÄŸru acele acele yürümeye baÅŸlamış. Bir an önce o genci görmek istiyormuÅŸ. Bir dereyi aÅŸmış, çalıları dolaÅŸmış. Az gitmiÅŸ uz gitmiÅŸ; bir yamaçtaki düzlüÄŸe ulaÅŸmış. Orada, bir çoban, ulu bir çamın gövdesine dayanarak kavalını üflemekteymiÅŸ. Kendisini etkileyen naÄŸmeler, o çobanın kavalından geliyormuÅŸ.

Çoban kaval üflemeye o kadar kendini kaptırmış ki koyunlarına bile bakmıyormuÅŸ. “Gelip geçen biri var mı?” diye merak bile etmiyormuÅŸ. Hayvancıklar, oraya buraya dağılmış, kendi hâllerine karın doyuruyorlarmış. Dalgın çoban Zeliha kızın da geldiÄŸini, durup kendisini seyretmeye ve dinlemeye baÅŸladığını da fark etmemiÅŸ.

Zeliha, çobanı daha yakından görmek için, ayaklarının ucuna basa basa çobanın yanına kadar sokulmuÅŸ. Çoban, hayal ettiÄŸi kiÅŸi imiÅŸ… Kara gözleri, kara kaÅŸları, kara bıyığı, uzunca boyu, geniÅŸ omuzları ile aynı kiÅŸiymiÅŸ.

-Hayret! Rüyamda ne gördüysem, neyi hayal ettiysem hepsi gerçek oldu… diye söylenmiÅŸ.

Kız, bir kayanın üzerine oturup sevdalandığı çobanı hayran hayran seyretmeye ve dinlemeye baÅŸlamış. Çoban, dünyadan habersiz, kavalını üflemeye devam ediyormuÅŸ.

Az ötedeki bir çamın gölgesinde yatmakta olan çoban köpeÄŸi, kızın farkına varmış; Zeliha’ya doÄŸru havlamış… Kız korkudan, “Ay!” diye bağırmış. Bu sesi duyan çoban irkilmiÅŸ. Kaval üflemeyi bırakarak çevreye bir göz atmış. Bakmış ki karşısında güzelleri güzeli bir kız… SormuÅŸ:

-HoÅŸ geldin, sefa geldin!
Bir in misin cin misin?
Yoksa sen gerçek misin?
Gerçeksen adın nedir,
Söyle sen kimlerdensin?
Ne iÅŸin var burada?
Buraya niye geldin?

Zeliha pek heyecanlanmış. Åžöyle karşılık vermiÅŸ:

-Ben ne inim ne cinim;
İnsanım, bir kişiyim.
Kavalı dinlemeye,
Seni görmeye geldim…
Şu yaylayı yurt tutan
Yörük beyi, babamdır;
Adım da Zeliha’dır…

Çoban, karşısındaki kiÅŸinin dillere destan Zeliha olduÄŸunu öÄŸrenince sevinmiÅŸ. MeÄŸer onun gönlü de kızdan yana meyilliymiÅŸ! Bu yüzden o da heyecanlanmış.

-Zeliha, kaval üfleyiÅŸimi beÄŸendin mi? diye sormuÅŸ.

-BeÄŸenmesem gelmezdim, demiÅŸ kız. Beni buraya kavalının naÄŸmeleri çekti…

-O zaman otur da dinle…

Çoban kavalını tekrar üflemeye; birbirinden güzel türküleri yanık yanık yorumlamaya baÅŸlamış… Zeliha da oturmuÅŸ; hem hayalindeki sevgilisi yakışıklı çobanı seyretmiÅŸ hem de onun türkülerini dinlemiÅŸ. Daha sonra konuÅŸmuÅŸlar, birbirlerini daha yakından tanımışlar. Zeliha rüyasını anlatmış.

-Rüyamda yanık yanık
Bir kaval sesi duydum.
Sonra, “Kaval üfleyen
Nasıl biridir?” diye
Kendimce hayal kurdum.
Hayalimde kurduÄŸum
KiÅŸiye âşık oldum.
Rüyamdaki kiÅŸiyi
Bugün arayıp buldum.
O kiÅŸi sensin çoban,
Ben seni sevdim çoban… demiÅŸ.

Çoban pek sevinmiÅŸ. Nasıl sevinmesin? Çevre obalarda, köylerde yaÅŸayan nice gencin sevdiÄŸi, evlenmek istediÄŸi kız kendisine sevdalıydı… Yanı başındaydı… Bu yörenin en güzel kızıyla evlenmek, bir ömür geçirmek ne güzel olacaktı…

Bir zaman sonra çoban, daldığı hayal âleminden uyanmış. Boynunu bükerek ÅŸöyle konuÅŸmuÅŸ:

-Sen ki Yörük Beyinin,
Çok varlıklı birinin
Tek, biricik kızısın;
Gönüller yıldızısın…
Ben bir garip çobanım,
Kimsesizim, yalnızım…
Senin gibi güzelle
Evlenmeyi isterim;
Buydu benim dileÄŸim…
Babanın huzuruna
Nasıl varıp gideyim?
Fakir, garip hâlimle
Ona ne diyebilirim?
Korkarım, döver beni,
Kapıdan kovar beni;
Kovup dövse iyi ya
Vurur, öldürür beni…

İki sevdalı genç, bu olumsuzluk karşısında üzülmüÅŸler. Ancak yine de her gün buluÅŸup konuÅŸmaya karar vermiÅŸler. Sonraki günlerde, birbirlerine söz verdikleri gibi buluÅŸmuÅŸlar. Diz dize oturmuÅŸlar; el ele tutuÅŸmuÅŸlar. Tatlı tatlı konuÅŸmuÅŸlar. KavuÅŸmalarının mümkün olmadığını bilseler de ümitlerini kaybetmemiÅŸler. “Allah’ım bizleri birbirimize kavuÅŸtur!” diye dualar etmiÅŸler.

Günler böyle gelip geçerken, zaman akıp giderken… Yörük beyinin adamlarından biri, Çoban ile Zeliha’yı konuÅŸurlarken görmüÅŸ. Hemen koÅŸarak gitmiÅŸ. Gördüklerini anlatmış.

-Beyim, beni bağışla!
Bir haber vereceÄŸim,
Bir ÅŸeyler diyeceÄŸim.
Senin kızın Zeliha,
Bir koyun çobanıyla
Gizlice buluÅŸuyor;
BuluÅŸup konuÅŸuyor.
Onları konuşurken
Görünce geldim sana…
Yalan söylemiyorum,
İftira atmıyorum;
Beyim sen inan bana…

Yörük Beyi, öfkelenmiÅŸ.

-Olamaz! diye kükremiÅŸ. Çoban kim, benim kızım kim? Davul bile dengi dengine çalar… Ben onlara hadlerini bildiririm…

Emrinde çalışan adamlara emretmiÅŸ.

-Çobanı yakalayıp yüz sopa ile cezalandırın. Sonra da uzak diyarlara sürün! Bir daha bu topraklara adımını atmasın. Zeliha’yı da getirip bir çadıra kapatın!

Adamları, çobanı dövüp sürmüÅŸler. Kızı kara bir çadıra hapsetmiÅŸler. Zeliha, kendilerine yapılanlara çok üzülmüÅŸ. Çobanın sevdasıyla göz yaÅŸları dökermiÅŸ. Yemek yememiÅŸ, su içmemiÅŸ… Her geçen gün, üzüntüsünden zayıflamaya baÅŸlamış.

Kızın anası bu duruma çok üzülmüÅŸ. Kocasına yalvarmış:

-Beyim, etme eyleme;
Sevenlere kıyılmaz!
Sen ki beysin, büyüksün
Bu hâl sana yakışmaz.
Kız yemiyor içmiyor;
GözyaÅŸları döküyor;
Zayıfladı zavallı;
Sararıyor soluyor,
Eriyip tükeniyor…

Yörük beyi hanımını azarlayıp kovmuÅŸ.

-Bütün suç sende! demiÅŸ. Kızına sahip olamadın! Asıl seni dövmek lâzım. Hemen iÅŸlerinin başına git! Yoksa fena ederim… Çobana olan öfkemi senden çıkarırım. Söyle kızına! Sevdasından vazgeçsin. Sevda, aÅŸk bunlar boÅŸ lâflardır. Aklını başına toplasın. Ben onu bir bey oÄŸlu ile evlendireceÄŸim…

Kadın ne desin? Başını eÄŸmiÅŸ, gözleri yaÅŸlı çıkmış çadırdan.

Yörük beyinin huzuruna, obanın ileri gelenleri de çıkmışlar, yalvarmışlar.

-Beyim etme eyleme,
Vazgeç ÅŸu kararından,
Vazgeç ÅŸu inadından!
Åžu gençleri evlendir,
Sevenleri sevindir;
Hem gençlerin yüzünü
Hem de obayı güldür…

Yörük beyi onlara;

-Benim baldırı çıplak bir çobana verilecek kızım yok! Bey kızı, bey oÄŸlu ile evlenmelidir. Çobana kız vereyim de Yörüklerin diline mi düÅŸeyim? Siz benim iÅŸime karışmayın! demiÅŸ; hepsini kovmuÅŸ.

Kız, her geçen gün eriyip gidiyormuÅŸ. Yufka yürekli anacığı düÅŸüncelere dalmış. Kadının yüreÄŸi herkesten daha çok yanıyor, kızını sevdiÄŸine kavuÅŸturmak istiyormuÅŸ. “Çoban da bir insan deÄŸil mi? O da Allah’ın kulu… Sevmek, evlenmek onun da hakkı…” diye düÅŸünmüÅŸ. Obanın adamlarından birini çağırmış.

-Bana bak, demiÅŸ. Beye sezdirmeden, kimselere görünmeden git. Çobanı ara, bul… Gelsin, kızımı kaçırsın; uzaklara götürsün. Haydi, durma git!

Görev verilen kiÅŸi, çobanı bulmak için atına binerek obadan ayrılmış. Kadın da hemen kızının yanına gitmiÅŸ. Kızını baÄŸrına basmış.

-Canım kızım, güzel Zeliham! diye sevip okÅŸamış. Sararıp solmana dayanamadım. SevdiÄŸin delikanlıya haber gönderdim. Gelip seni kaçıracak. Artık üzülme…

Kız sevinmiÅŸ. Aylardır gülmeyen yüzü gülmüÅŸ. TeÅŸekkür ederek anasına sarılmış; onu öpmüÅŸ.

Kadının gönderdiÄŸi kiÅŸi, obaları, köyleri günlerce dolaÅŸmış. Sonunda Çobanı arayıp bulmuÅŸ. Ona Zeliha’nın anasının dediklerini anlatmış. Birlikte, bir gece vakti obaya gelmiÅŸler. Çoban, atı ile birlikte bir yerde gizlenmiÅŸ. Onu getiren kiÅŸi, Zeliha’nın annesine haber vermiÅŸ. Kadın, hemen Çobanın yanına gitmiÅŸ. Çoban onun elini öpmüÅŸ.

-İşte geldim anacığım! demiş.

Kadın,

-İyi ki geldin oÄŸlum, demiÅŸ. Kızım sararıp soldu. Burada bekle. Ben Zeliha’yı getireyim, demiÅŸ.

Annesi, Zeliha’yı getirmiÅŸ. İki sevgili, birbirlerini görünce sarılıp aÄŸlaÅŸmışlar. Kadın onları uyarmış:

-AÄŸlaÅŸmayı bırakıp hemen yola çıkın! Kaçın, çok uzaklara, sizi bulamayacakları bir yere gidin. SaÄŸlıklı, mutlu yaÅŸayın. Bizleri, buraları unutun… demiÅŸ.

Çoban, al atının terkisine Zeliha’yı bindirmiÅŸ. Gecenin kenarında yol almaya, obadan uzaklaÅŸmaya baÅŸlamışlar.

Bu arada nasıl olduysa, Yörük Beyi, kızının kaçtığını öÄŸrenmiÅŸ. Çadırının önüne çıkıp adamlarına seslenmiÅŸ:

-Hemen atlarınıza binin! O çoban denen kiÅŸiyi yakalayıp haddini bildirelim!

Yörük Beyi ile adamları atlarına binerek Çoban ile Zeliha’nın peÅŸine düÅŸmüÅŸler. Heyecanlı bir kovalamaca baÅŸlamış. Çobanın atı, iki kiÅŸiyi taşımakta zorlanırken, Yörük Beyi ile adamları hızla yaklaşıyorlarmış. Zaman geçtikçe aralarındaki mesafe kapanmaya baÅŸlamış. Bulkaz Dağının batı yamacına vardıklarında ÅŸafak sökmeye baÅŸlamış. Bey ile adamları gençlere iyice yaklaÅŸmışlar. Yörük Beyi, arkalarından seslenmiÅŸ:

-Durun! Kaçamazsınız! Elimden kurtulamayacaksınız. Sizi ananızdan doÄŸduÄŸunuza piÅŸman edeceÄŸim!

Zeliha, gelenlere doğru bakmış, korkmuş.

-Çok yaklaÅŸtılar, demiÅŸ. Tam kavuÅŸtuk derken yine ayrılacağız. Babam beni sana vermeyecek…

-Dua etmekten baÅŸka çaremiz kalmadı demiÅŸ Çoban. Yakalanırsak baban ikimizi de öldürür.

Çoban, arkalarından gelmekte olan babasına bir daha bakmış. Yörük Beyi pek öfkeli bakıyormuÅŸ. Kızcağız korkusundan tir tir titreyerek aÄŸlamaya baÅŸlamış. Ellerini kaldırmış; hem aÄŸlamış hem sızlanmış hem de yalvarmış:

-Allah’ım! Åžu babamı,
Niye zalim yarattın
Ve taÅŸ yürekli yaptın?
TaÅŸ yürekli bir baba
Yapmamalıydın… Onu,
Bir taş yaratmalıydın;
Bir kaya yapmalıydın…
Çok zordayız Allah’ım!
Bizi zalim babamın
Ellerine düÅŸürme…
Niyazımı çevirme,
Duamı kabul eyle…
Babam ve adamları
Hepsi birer taÅŸ olsun!
Kaçalım, kurtulalım;
Evlenip yaşayalım;
Hayatımız hoÅŸ olsun…

Zeliha’nın yakarışları, nal seslerine karışıp kayalarda yankılanmış. Yörük Beyi ile adamları Çoban ile kıza iyice yaklaÅŸmışlar. Önde Yörük Beyi, arkasında adamları sırayla, birbiri peÅŸi sıra at sürüyorlarmış.

İşte o anda olmayacak iÅŸler olmuÅŸ. Yer gök inim inim inlemiÅŸ. DaÄŸlar taÅŸlar sallanmaya baÅŸlamış. Yüce Allah, Zeliha kızın yakarışlarını boÅŸ çevirmemiÅŸ. Yörük Beyi ile adamları, atlarıyla birlikte taÅŸlaşıp kalmışlar; sıralı, bir dizi kaya olmuÅŸlar.

Kızın babasına “Zalim!” demesi, Allah’ın gücüne gitmiÅŸ olmalı ki Zeliha ile Çoban da altlarındaki at ile birlikte taÅŸ olmuÅŸlar; ayrı bir kaya ÅŸeklinde oracıkta kalmışlar.
 
***

Yolunuz, Denizli’nin Çivril ilçesine düÅŸtüÄŸünde, Gürpınar kasabasına bir uÄŸrayın. Eski adı “Bulkaz” olan bu kasaba yakınlarında Bulkaz Dağı vardır. Bulkaz Dağının batı yamacında sıralı kayalar görürsünüz. Bunlar; yüksek, heybetli ve birbiri ardınca dizilidir. En önde tek bir kaya, arkasında da sıralı kayalar, ilginç görünüÅŸleriyle dikkatleri çeker.

Kasaba halkı, o kayalara, bir taÅŸ gözüyle bakmaz. Onlar, Allah tarafından taÅŸlaÅŸtırılmış insanlardır. Dizi ÅŸeklinde duran kayalara “Sırakayalar” adı verilir. Bunlar zalim Yörük Beyi ile adamlarıdır. Bunların önündeki tek kayaya da “Kızkayası” adını vermiÅŸtir. O kaya da Çoban ile Zeliha adlı talihsiz sevgililerdir.

O kayalar, fakir bir çoban ile bir zengin kızı olan güzeller güzeli Zeliha’nın hazin aÅŸkını hatırlatır.

Kayaların yanına vardığınızda, yanık bir kaval sesi ile hüzünlenirsiniz. Az ötelerde sürüsünü güden bir çoban mı kavalını üflemektedir yoksa yüzyıllar ötesinden o fakir Çobanın kavalının sesi midir yankılanan? Ayırıp seçemezsiniz.

Zeliha ile Çobanın hikâyesini, o çevrede çobanlar da anlatmaktadır kavallarını üfleyerek, Gürpınar kasabasının halkı da… Sırakayalar efsanesi, taÅŸ yürekli babalara ibret olsun diye hâlâ dilden dile dolaÅŸmaktadır.

Sırakayalar Efsanesi, Ahmet oÄŸlu, 1983 Çivril - Gürpınar beldesi doÄŸumlu,  edebiyat öÄŸretmeni RüÅŸtü Çakır’dan derlenerek “Zeliha ile Çoban” adıyla iÅŸlenmiÅŸtir. Ocak 2011 DENİZLİ

PAYLAŞMAK İÇİN:

PaylaÅŸ - Facebook PaylaÅŸ - Twitter

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile