- Ayrıntılar
-
Cuma, 26 Temmuz 2013 16:21 tarihinde yayınlandı.
Türkiye’ye gidince kalacağımız yer dedemin evidir. Bizim ev daha yeni yapılıyor. Kalacağımız baÅŸka yer olmadığı için, izinlerde hep dedemin evine gideriz. Dedem, bizi görünce sevinir. Ne yapacağını, ne ikram edeceÄŸini bilemez.
Türkiye’de bulunduÄŸumuz günlerin birindeydi. Yine dedemin evindeydik. Babamın, anneme ÅŸöyle dediÄŸini duydum:
-Hanım, diyordu. Kendi evimiz yapılsa bile, izinli geldiÄŸimizde yine buraya gelelim. Baba ocağı, doÄŸup büyüdüÄŸüm bu ev bambaÅŸka.
Annem, ÅŸöyle cevap verdi:
-Yapmakta olduÄŸumuz ev buraya çok yakın. Sabahtan akÅŸama kadar burada kalır, yer içeriz. Gece yatmaya kendi evimize gideriz.
Dedemin evini ben de çok seviyorum. GeniÅŸ bir bahçe içinde, küçük ve eski bir yapı. İki katlı. Her katta ikiÅŸer oda ve bir geniÅŸ salon var. O salonlara köyde “hayat” diyorlar. Böyle evlere “hanay ev” deniyormuÅŸ. Annem odaların, hayatın, merdivenlerin tahtalarını bir güzel siliyor. Silinen, temizlenen tahtalar öyle güzel kokuyor ki... O kokuyu bütün yıl burnumda hissediyorum. Nasıl anlatsam?... O tahtalarda, bütün kır çiçeklerinin kokusu var. Misk gibi... O aslında, bütün Türkiye’nin kokusudur.
Evde dedemin bir odası var. Alt katta... Orada yatıyor, oturuyor, yemeklerini yiyor. Evin diÄŸer odalarında bizim eÅŸyalarımız var. Dedem; “Bir oda bana yetip de artıyor.” diyor.
Dikkat ediyorum; dedem sık sık kendi odasına giriyor. Orada saatlerce kaldığı oluyor. Bu durum ilgimi çekiyor. Anneme soruyorum:
-Anne! Dedem odasında neden bu kadar çok kalıyor?
-Deden iyice yaÅŸlandı oÄŸlum, diyor annem. Vücudu çabuk yoruluyor. Yatmaya, dinlenmeye ihtiyacı oluyor.
Bu yaz, dedemin odası daha çok ilgimi çekmiÅŸti. Odayı bir güzelce inceledim. Odanın tek ve küçük bir penceresi vardı. Bu sebeple, az ışık aldığı için biraz karanlıktı. Pencerenin yanına karyola yerleÅŸtirilmiÅŸ, yere kilim serilmiÅŸti. Duvar kenarlarına minderler, yastıklar konulmuÅŸtu. Bir duvarın içinde de ocak vardı.
Dedem;
-Pek çok inceledin oÄŸlum, dedi. Mühendis mi olacaksın? Odamı beÄŸendin mi?
-Beğendim amma biraz karanlık, dedim. Soğuklarda bu ocakta yaktığın ateşle mi ısınıyorsun?
-Hayır oÄŸlum, dedi dedem. Küçük, teneke bir sobam var. Fakat önceki yıllarda, sobamız yokken, bu ocakta yaktığımız ateÅŸte ısınırdık.
Kapının arkasına çakılmış birkaç çiviye, dedemin elbiseleri asılmıştı. Duvarda camlı, büyükçe bir çerçeve vardı. İçinde babamın, annemin, kardeÅŸlerimin ve benim Almanya’da çektirdiÄŸimiz bir resim duruyordu. Dedem o resmi göstererek ÅŸöyle dedi:
-Siz Almanya’da iken bu resimle avunuyorum. Odaya girip çıkarken, özledikçe bakıyorum. Sizler yanımda gibi oluyorsunuz. Sizin için dualar ediyor; Allah’tan saÄŸlık, kazasız belâsız yolculuklar diliyorum.
Gözlerim dolu dolu oldu. Kendimi kollarına bıraktım:
-Biz de seni özlüyoruz dedeciÄŸim, dedim. Her gün seni konuÅŸuyoruz.
Kucağına oturdum. Sakalını bir süre okÅŸadım. Ondan ayrı kalmayı hiç istemiyordum.
-DedeciÄŸim, dedim. Burada tek başınasın. Bizimle Almanya’ya gelsen olmaz mı?
-Genç olsam gelirdim oÄŸlum. Artık yaÅŸlandım. Bir ayağım çukurda. Vatanımda, köyümde ölmek isterim, diye cevap verdi.
Ona, ölüm sözünü duyan büyüklerim gibi karşılık verdim:
-Allah gecinden versin...
Gülümsedi, saçlarımı okÅŸadı.
-Benim oÄŸlum, büyümüÅŸ de küçülmüÅŸ, dedi.
Odayı, eÅŸyaları gözden geçirirken gözüme bir torba iliÅŸti. Okul çantasından biraz büyükçe bir torba... Bezden yapılmış ve bir çiviye asılmıştı. Acaba ne torbasıydı. Belki içinde dedemin paraları vardı. Sordum:
-Dede, bu torbada ne var? Paralarını oraya mı koyuyorsun?
Dedem güldü:
-O torba dolusu param olsaydı ben sizleri gurbete gönderir miydim? dedi. O torbada para yok. Paralarım cüzdanımda.
-İçinde ekmek mi var?
-Bilemedin.
-Peki içine ne koyuyorsun?
-DüÅŸün ve bul.
DüÅŸündüm, düÅŸündüm... Bir türlü bulamadım. Tek çare onu duvardan indirerek içine bakmaktı.
-Bakabilir miyim? dedim.
-Bakabilirsin, dedi.
Dedemin kucağından inerek torbayı duvardan aldım. İçinde, o güne kadar görmediÄŸim, kalın bir kitap vardı. Sayfalarını karıştırdım. Yazıları benim bildiÄŸim yazılardan deÄŸildi.
Dedem, soru dolu gözlerime bakarak yumuÅŸak bir sesle anlatmaya baÅŸladı:
-Yavrum, bu Kuranıkerim. Bizim kitabımız. Müslümanların kitabı. İçindekiler, Allah’ın sözleri, öÄŸütleri. Onu okumak, bilmek her Müslüman’ın en önde gelen vazifesi. O öyle kıymetlidir ki geliÅŸigüzel bir yere bırakamayız. Oraya buraya koyamayız. Böyle, odanın yüksekçe bir yerinde muhafaza ederiz.
Kitabımı, Kuranıkerim’i kucakladım. O güne kadar haberim olmayan bu kıymetli varlığı okÅŸadım, sevindim.
-Kitabımızı ben de okumak isterdim, dedim.
-Ben öÄŸretirim yavrum, dedi.
-Sen bu kitabı okumasını biliyor musun?
-Biliyorum...
O gün, benim en mutlu günlerimden birisiydi. Dedem bana iki hafta öÄŸretmenlik yaparak Kuranıkerim okumayı öÄŸretti. Torbadaki Kuranıkerim’i de bana hediye etti.
Kuranıkerim ÅŸimdi yanımda. Onu Almanya’ya getirdim. Her gün, üç dört yaprak okuyorum.
Dedem mi?... Babasından kalan bu kutsal emaneti bana verdikten üç ay sonra öldüÄŸünü duyduk. Babam, izin alarak Türkiye’ye gitti. Cenaze törenine yetiÅŸti.
Kuranıkerim’i her okuyuÅŸumda dedemi hatırlıyorum. OkuduÄŸum her sureyi onun ruhuna bağışlıyorum
Yorum ekle